22 Mart 2015 Pazar

BAYRAM SABAHI

Velhası-l kelam, konumuz bayram.

Bir sabah kapı çaldı ve uyandım. Çocukken böyle tuhaf bir huyum vardı. Kapıyı mutlaka ben açmalıydım. Bir çaba yatağımdan fırlayıp kapıyı açtım. Karşımda beş-altı çocuk, gözleri kocaman bana bakıyorlar. “İyi bayramlar” Bazılarını sokaktan tanıyorum. Üstleri başları bir başka şimdi, fiyakalı… Erkeklerin askıları, kızların balon etekleri var. Saçlar başlar muhteşem. Kırmızılar, maviler, yeşiller… Benim üstümdeyse asırlar boyunca giyilen bir pijama… Sevimsiz geyik desenleri… Bir de sıyrılmış diz kapağıma kadar… E, başta anlamadım. Sonra annem gelip hepsini öptü. “Hey, n’oluyor?” Durum her neyse  ben sevmemiştim. Bir de üstüne -son bir kaç gündür onlarsız uyuyamadığım- şekerlerimi dağıtmaya başladı. “Hayda…Ne bu şimdi?”
"Aptal Ali! Nasıl avuçluyor şekerleri!"
Hiç bir şey olmamış gibi basıp gittiler. Ali sırıtıyor. Ben aptal gibi kaldım. Ne yani, şekerlerimi mi verdin? Bu bayram da neyin nesi? Annem hiç oralı olmadı. O sabah normalden daha farklı bir kahvaltı yaptık. Hissediyordum. Allah’tan sonrasında el öpme, para alma hadiseleri yaşandı da moralim biraz düzeldi.
"Haydi sen de katıl arkadaşlarına şeker topla"
Ne bu ya? Nasıl bir mantık? Hangi arkadaş? Yok, yolunda olmayan bir şeyler var. Ben bir yandan kafayı yiyip bir yandan da elimdeki paraları kırk altıncı kez sayarken Merve geldi. Bayramlaşıldı. Beni almaya gelmiş.
-Murat yoksa sen?
-Tabi, ne var ki?
-Şimdi gidip insanların kapısını mı çalacağız?
-Evet.
-Onlar da şeker verecek?
-Ya evet.

Tam Murat'tan olayın aslını astarını öğrenecektim ki annem geldi. Beni giydirmek için… Ve o muhteşem, sarı ekoseli pantalonla selamlaştık. Helalleştik. Hah, şimdi oldu işte. Baştan desenize… Çok güzel pantalondu. Saçlarım falan da tarandı. Sonra biz çıktık. E, ben biraz yabaniyim tabii. Geriden geriden yürüyorum. Bir kapıyı çaldılar ilk. Kapıyı açan kadın telefonla konuşuyordu. İkimize üçümüze yalandan bir kase tuttu. Ve ben şeker alamadım. Sen misin bana şeker vermeyen! Bağırış, çağırış… Ben gruptan ayrıldım. Arkamdan Murat bağırıyor. Hiç oralı değilim.

Sokaklarda üzgün üzgün yürüyorum, yoluma çıkan taşı tekmeliyorum. Yaşlıca bir adam geldi. "Öp bakalım elimi" Onun eli, benim yüzüm buruşuk tabii…Neyse öptüm. Başladı anlatmaya:

-Bayramlar çocuklar içindir. Böyle tek başına üzgün üzgün gezilmez. Olur mu? Ben senin yaşındayken bayramları iple çekerdim. Bak hele, ne anlatıvereceğim sana. Bir gün, yine bir bayram günü ben fena haylazlık ettim. Anam da bastı tokadı. Amma ne tokat! Bir ağlıyorum ki vay beni susturabilene… Derken bir yaşlı adam geldi. (Gülüyor.) Elime en güzelinden yirmi çikonat alacak para sıkıştırdı. Şeker değil ha! Çikonat!
Ben yine anlamamıştım. Çikonat da neydi? Yaşlı adam sırtımı sıvazladı, başımı okşadı. Sonra elini uzatıp "Öp hele bir daha!"dedi. Hayda… Neyse öptüm. Elinin altından elime -zamanının parasıyla- iki bir milyonluk sıkıştırdı. Sonra da gitti. Bayram ne demek o zaman o adam bana öğretti. Şimdi her şey anlaşılır ve güzeldi.

Demem o ki;böyle bir mazi tasavvuru yapmak huyum değildir.Fakat o yaştaki tüm çocukların bayram sabahı gibi geldin bana.Anlatacak başka bir yol,benzetecek uygun bir mutluluk daha bulamadım.

Tekrar hoşgeldin.Otur şöyle çayını getireyim. Sonra gerisini birlikte bakışıp susarız...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder