Kan revan içindeki savaş meydanında ateşkes hali iç dünyam. Bu bir tür iç huzuru; ruhla
zihnin içtenlikle selamlaştığı bir ritüel… Bahsi sık geçen şu olgunluğu ben de tattım. Bir
sabah gün ışığında katlanınca sevgim… Ve yıldızların yeryüzüne yağdığı o gecede kalbime
milyonlarca umudun yağdığı an. Duygusu tahmin edebileceğimiz türden bir şey değilmiş.
Ben burdayım ya… Bazen değilim.
Bazen, “bazen” ile başlayan cümlelerin belirsizliğinde öyle boğuluyorum ki… Boğulmak en
yavaş ve en acıtıcı ölüm şekliymiş. Bu yüzden ısrarla yaşama derdindeyim. Bu yüzden
baştan mağlup değil, ezeli savaşçıyım. Bu yüzden durabiliyorum ve bu yüzden uçurtmaları
hayallere benzetiyorum, gerçeği de rüzgara… Israrla, bu kasırgada sürüklenişimizi talihsiz
bir rüya varsayıyorum. Yağmuru yine tenzih ediyorum. Benim sağanağım kasırgada
süpürülmüş olsa dahi, en çok ondaki tevazuya hayran oluyorum.
Ve biz kalanın hüznüyle iyi anlaşıyoruz. Tarafını seviyorum, tarafından seviliyorum. Apayrı
Ve biz kalanın hüznüyle iyi anlaşıyoruz. Tarafını seviyorum, tarafından seviliyorum. Apayrı
şeylerle mutlu oluyor benzer şeylere üzülüyoruz ya daha fazla… İşte bunu fark ettiğimde
insanları yakınlaştıran şeyin hüzün olduğunu anladım.
Hüzünle ılık ılık bakışıyoruz, aşka gidiyoruz.